30 Ağustos 2024
Size bir müjdem var; zamanı eğip bükebilirsiniz.
Zaman nedir? Bir enerjidir. Mekanla birlikte hareket eder. Bu evrende her şey enerjidir. Zaman da bir enerjidir. Nassim Haramein’in de belirttiği gibi, zaman helezon gibi döne döne kuantum alanında ilerler. Onu koskoca bir çember olarak hayal edin.
Nassim Haramein’in anlatımıyla:
Modern fizik, evrenimizi parçalara böldü. Fakat kadim bilgilere göre, tüm evreni birleştiren, yaratılışı sağlayan çok basit, temel bir enerji olmalıydı. Kadim bilgeler, ona plana, chi, ka gibi isimler vermişlerdi. O enerji olmadan, hiçbir şey var olamazdı. Bu enerji sonsuz ve sınırsızdı. Ancak modern fizik, tüm doğa güçlerini parçalara ayırarak farklı alanlar altında incelemeye başladı. Bütünsel bakamadığımız için, sıfır noktası dediğimiz alandaki sonsuz ve sınırsız enerjiyi bulamıyor, ölçemiyorduk.
Yeni kuantum alanındaki keşiflere göre, evrende asla boşluk yoktur. Örneğin modern fizik, big bang’i ölçmeye çalışırken, başlangıç noktasındaki gücü, neyin buna sebep olduğunu bulamıyor, ölçemiyor. Bu yüzden, bir anda big bang ile gelen zaman mekan boyutunun da yapısı ve ölçümü yapılamıyordu. Üretilen her matematik ve fizik formülünde, bilinmeyen değerler kalıyor ve fizik dünyası bu değeri tahmini bir rakamla doldurmak zorunda kalıyordu. Bu da her teoride önemli sapmalar ve boşluklar doğuruyordu.
Biz ise, kuantumda devrim oluşturacak kadar net bir formül geliştirebildik. Sebebi, fizikte birbirinden ayrılmış 4 önemli gücü, tek bir gücün yansımaları olarak ele aldık. Ve bum! Formül hiç sapma olmadan, hiçbir değeri tahmin etmek zorunda kalmadan doğru ölçümleri verdi.
Çalışmaların sonucunda, evrende sonsuz ve sınırsız bir enerji olduğu kanıtlandı. Bu enerji, kendiliğinden var olan ve hiç bitmeyen bir titreşim, hatta döngüsel titreşimler üretiyor. Ve her titreşim, boşluk olmadığı için, evrende var olan iletken madde (plazma ya da eter diye adlandırıldı) eliyle evrenin bir ucundan diğer ucuna dahi büyük bir hızla taşınıyor.
Sıfır noktası dediğimiz yer, evrene hiçbir katkı sunmadan, ısıyı bile 0 Kelvin değerine indirdiğimizde, var olan enerji ile dolu. Ve bizler eğer istersek, bu enerjiyi sınırsız elektriğe, bedenimizde yaşlanmadan hücreleri yenileyecek ve orijinal bilgiyi bozulmadan kopyalayacak yaşam enerjisine çevirebiliyoruz.
Nassim Haramein
Internatioınal Space Federation
Alıntı: www.gaia.com. the Series: “Science of a Unified Universe” by Nassim Haramein
İzlemenizi tavsiye ederim.
Nassim Haramein’e göre klasik bilim hem bu alanları, hem de tak tak her alanın içindeki inceleme alanlarını parçalara bölmüştür. Ve bu bölünmüşlük, bütünsel bakmamızı engellediği için, bütünsel bir formüle ulaşmamızı engellemektedir. Kendisi çok daha farklı bir bakış açısıyla ortaya koyduğu formülle, hiç şaşma olmaksızın hesaplamaları nokta atışı ile yapabildiğini iddia etmektedir.
Bu konuda internet üzerinden pek çok araştırmasını ve teorilerini araştırabilirsiniz.
Gelelim, bu başlık altındaki tüm güçlerin arasında zaman ve mekan döngüsünün yapısına…
Bizim deneyimlediğimiz zaman ve mekan döngüsü, aslında maddenin alandaki konumuna göre şekillenir. Belleğimizin içinde yer alan inançlarımızın kendisini alana (kuantum) kopyalaması ile hareket başlar. Bellek ve içindeki inançlar, süper iletken ve süper akışkan olduğu için, sizler bir şeyi hatırlayabiliyorsunuz. Çünkü hafıza, sizinle kuantum dolanıklık şeklinde bağlantıdadır.
Yani, hafızadaki her anı, duygusuyla tutulur. Duygu da bir manyetik çekim gücü ve kuantum dolanıklık yaratır. Bu şekilde, geçmişte olan ve hafızanızda yer alan anılar, duygusuyla birlikte zaman mekan döngüsünün üzerine (bunu bir çember olarak hayal edin) kareler halinde yer alır. Bu yüzden zaman çizgisi, evrenin mekanik işleyişiyle birlikte hareket eder. Ve siz nereye giderseniz gidin, isterseniz dünyanın etrafında tur atın, bu kuantum alanında tutulan anlar, sizinle birlikte hareket ederler.
Ancak unutmayın! Anılar, sizin algı biçiminize göre şekillenecektir. Yani, bir bardağın yarısı dolu ise, siz bunu bardak boş ya da bardak dolu diye hafızanıza kaydedebilirsiniz. Boş derseniz, boşluk her nereye giderseniz gidin sizi takip edecektir. Dolu derseniz, doluluğa yüklediğiniz duygu ile birlikte kendisini tekrar ede ede döngüler içinde yeniden karşınıza gelecektir.
Kuantum alanını sonsuz ve sınırsız bir alan olarak hayal edin. Ancak içi boş değil. ETER ya da bilimsel adıyla Plasma denilen bir iletken madde ile dolu. Hatta zerre kadar da boşluk yok. Siz, herhangi bir duygu, düşünce, söz, davranış, ısı, ses, koku, renk üretmedikçe, eterde bir hareket başlatmazsınız. Yani, sizden giden bir komut yoktur.
Ancak, siz komut vermeseniz dahi, eterde sonsuz ve sınırsız bir zeki enerji olduğu kanıtlanmıştır. Hatta Nikola Tesla ve bazı bilim insanları, sıfır noktasındaki sonsuz enerjiyi bedenimize çekebilmeyi, bu sayede hastalanmamayı, su ile araba çalıştırmayı, tüm dünyaya yetecek kadar elektrik ya da güç sağlayacak enerjiyi basitçe çekebileceğimizi kanıtlamış ve bunu kullanmışlardır. Ancak her seferinde, bilinmez bir şekilde, bu kişiler öldürülmüşlerdir. Konu ile ilgili araştırmalarınızı yapabilir, yayınlanmış bilimsel kitapları da okuyabilirsiniz.
Ancak, eter çok iletken bir örtüdür. Tıpkı suya bir taş attığınızda halka halka yayıldığı gibi, etere yani kuantum alanına bir titreşim yollarsanız, bu titreşim sonsuza dek kendini tekrar edecek döngüsel enerji yaratır.
Duygu ve düşünceleriniz, söz ve davranışlarınız birbirini destekliyorsa, eterde hareket başlar. İşte o sıfır noktasındaki sonsuz zeki enerji, harekete geçerek, size Yaratıcı’nın tüm yarattıklarının hayrıyla, hayat planlarına en uygun şekilde ve sizin ürettiğiniz duygu, düşünce, söz ve davranışlara uygun biçimde hareketlenme yaratır. Allah’ın sayısız adet yarattığı varlığa en uygun örüntüyü, yani olaylar zincirini başlatır.
Bunu, kaynak enerjisi ya da ilahi ışık ya da Nur olarak hayal edin. Sanki güneş gibi bir merkezden koparak ve dönerek size zaman ve mekan açarak ilerlemeye başlar. Müthiş bir hızda ilerler. Yani burada kuantum dolanıklık gibi, hiç zaman geçmeden anında iletilir.
Ancak, bizim gerçekliğimize yansıması için, geliş hızının ışık hızından daha yavaşlaması gerekmektedir. Bunu da yaratılışın dili olan kutsal geometrik şekillerin her bir köşesinden geçerek, açı değiştirerek, yön değiştirerek, fotonların taşıdığı bilgi paketlerinin materyalize oluşuyla bizlere olaylar dizilimi olarak bir döngü açılır.
Çekim yasası bu şekilde gerçekleşir. Bize bu döngünün geliş hızı da yerçekimi gücüdür. Ancak yerçekimi bulunduğumuz planet, yaydığımız niyet ve inancın saflığı ile orantılıdır. Fizik güçlerini harekete geçiren şeyin, duygu, düşünce, söz (ses) ve davranışlarınızın eter üzerindeki titreşimsel etkisi ve harekete geçirilen fotonların yüklendiği bilgi paketçikleri olduğunu anlayabilirsiniz.
Zaman sabit bir düz çizgide, geçmiş, şimdi ve gelecek olarak dizilmemiştir. Zaman bir döngüdür. Çünkü bir enerjidir. Titreşim yolladığımızda, bize bu titreşim ile uyumlu olan olaylar zinciri açar. Şimdi gelin bunu detaylandıralım. Çünkü biz zamanı kısaltırsak genç kalacağız. Hastalanmayacağız. Acı verici olayları eleyeceğiz. Yani kısacası, zaman halkalarının yöneticisi ya da YÜZÜKLERİN EFENDİSİ olacağız.
O zaman gelin zamanın halkalarını anlayalım.
Her insanın bedeninin etrafında, hologram diyebileceğimiz bir potansiyel evren vardır. Bu hologramı yuvarlak bir portakala benzetebiliriz. Portakal, yaşayabilme ihtimalin olan her şeyin bilgisini içerir. Evrenin dili ışık ve titreşim olduğuna göre, bu ihtimallerin titreşimleri vardır. Titreşimin ise matematiksel bir değeri vardır. Normalde bu değer, yaklaşık 22 basamaklı bir sayıdır.
Ancak bilim insanları bu sayıyı basitleştirmek adına, frekansı ölçmek için farklı bir birim kullanmaktalar. Ölçümün en meşhur tablosu, Dr. David Hawkins’in yapmış olduğu BİLİNÇ TABLOSU’dur.
(Dr. David Hawkins, 1927-2012 yılları arasında yaşamış, dünyada yaşayan her ırk, dil din, inanç sisteminden insanı alarak yaklaşık 30 yıl boyunca duygu, düşünce, davranış ve bakış açısının frekans değerini ölçmüştür. Açıklamalı Bilinç Haritası, Bırakmak, Teslimiyete Giden Yol, Güce Karşı Kuvvet” gibi kitapların yazarıdır.)
Bu portakal şeklindeki hologramda, sizin bilinçaltı ya da bilinçüstü, farkında olduğunuz ya da olmadığınız tüm İnançlar, Yargılar, Düşünceler, Davranış biçimleri, Sözler, Duygular, Karma olarak diğer hayat planlarınızdan getirdiğiniz borç frekansları ve Rabb’in size verdiği 1000 birim değerlik vecd hali vardır. Diyelim ki, utanç, korku, endişe taşıyorsunuz. 30, 40, 50, 60 gibi düşük frekans değerli enerji dalgaları bu hologramda gezinir. Aynı zamanda çok da iyi niyetlisiniz ve bir ev hayvanınız var. Ona sevgi veriyor, sonra diğer insanlara da yardım ediyorsunuz. Bu durumda 300, 400, 500 birim gibi enerji dalgalarını da yayıyorsunuz.
Düşük değerli frekanslar acı verici olayları çeker. Yüksek olanlar ise haz ve coşku verir. Bu durumda, sizin DNA’nız, kuantum alanındaki etere, ses ve ışık formunda bu bilgileri yollar. Ve sizin dikkatinizi bardağın boş tarafına mı (30-40-50’lik frekans) odaklandığınıza, ya da dolu tarafa mı odaklandığınıza göre, farklı potansiyel bantlarda zaman çemberleri açılır.
Örneğin, ilişki yaşamak istiyorsunuz. 30-40 birimlik frekansı daha çok hissedip düşünürseniz, ya da bu tip duyguları farklı alanlarda bile olsa kullanıyorsanız, acı verici ilişki hayatınız olur. Yani, bir sevgiliniz olamaz ya da olursa ya hemen gider, ya da size acı verebilir. Bu bir zaman döngüsüdür. Yaratılmış bütün varlıkların toplamının hayat planlarına uygun şekilde, bütünün hayrına göre düzenlenmiş Allah’ın örüntüsüdür. Yani Yaratıcı’nın matriksinde, O’nun hayat planında ilerlersiniz.
Ancak, Yaratıcı’nın tek bir sayı değerindeki frekans bandında açabileceği 10 üzeri 55 adet zaman döngüsü vardır. Her birinde farklı gelişecek olaylar zinciri vardır. 10 üzeri 55 büyük rakamdır. 1’in yanına 55 adet sıfır koyup öyle okumaya çalışın. Okuyamazsınız…
Ancak eğer 100-200 bandında bir frekansa odaklanırsanız, o zaman ilişkiniz olur ama sonrasında aldatılırsınız. Ya da ilişki bir olur bir bozulur. Boz barış, kör topal yaşamaya çalışırsınız. Eğer 400-500 bandında ise, evli, mutlu ve çocuklu olabilirsiniz. Elbette bu örnekler tamamen temsilidir.
Yani Yaratıcı bize sonsuz sayıda seçenek sunuyor. Baştan geçmiş, şimdi ve gelecek olayları hazırlanmış. Biz kendi iç frekansımızı, yani kendi portakalımızı kaça ayarlayabiliriz? İşte buna göre geleceğimiz şekillenecek, hatta geçmişimiz bile değişecektir.
Zamanın halkalarından birine girmek demek, duygu, düşünce ve inanca göre olayların akışına girmek ve o olaylara reaksiyon vermek ile başlar. Bu durumda, artık o döngüyü tamamlamak zorundasınız. Yani 4 yıllık bir döngü ise, 4 yılın bitireceksiniz. Ancak ondan sonra bir çıkış kapısı size sunulur. Yani halka tamamlandığı zaman… bu 4 yıl, sizin yaşlandığınız, hastalıklara açık hale geldiğiniz bir zamandır.
Eğer sabredemez, isyan ederseniz, yani düşük frekanslı duygulara kapılırsanız, zaman daha da uzar. Yani 5-6 yıla da çıkabilir. 30 yıla da… bu da sizin yaşlanmanızı artırır.
Ancak, yarı yolda başka bir seçim yapayım da kurtulayım derseniz, örneğin ilişki kötü giderken, kendi içinizde temizlik yapmak yerine, aldatmaya ya da çiviyi çiviyle sökmeye karar verirseniz, o çemberden sizi uzaklaştıracak türev başka bir zaman döngüsü açarsınız. O da diyelim ki 2 yıl. 2 yıl da o döngüde harcayacak ve yaşlanmaya devam edeceksiniz: belki de yıpranacak ve hastalığa davet çıkaracaksınız.
Merkezden, ana çemberden ne kadar uzaklaşırsanız, o denli acı verici olaylar yaşamaya başlarsınız: bu yüzden, zaman halkalarının efendisi olmak için, başka bir geçiş yolu bulmak zorundasınız.
Diyelim ki, bir zaman döngüsü başladı ve siz istemediğiniz olayları yaşıyorsunuz. Kısa süre içinde bu halkadan daha üst ve daha iyi duygular yaşatacak olaylar zincirine erişmek için, merkez noktasına gelmek zorundasınız. Yani zaman döngüsünün (çemberin etrafı) üzerindeki, olaylar zincirinden çıkıp, zamanın DIŞINA çıkacaksınız. Bu da çemberin tam ortasıdır. Merkez noktasıdır.
Tam orada, zaman yoktur. Zamanı bir yandan girdap gibi dönerek hareket eden bir enerji olarak düşünün. Onun merkezine geldikçe, hortumun gözü gibi, enerji dingin ve durağan hale gelir. Orası zamanın dışıdır.
Aslında zaman yapısal olarak tek tek kareler halinde bize olayları sunar. Bu kareleri biz eski filim bobinlerine benzetelim. Hızlıca önümüzde döndüğünde sürekliliği var zannederiz. Ama tek tek karelerden oluşur aslında.
İşte bu karelerin arasından zamanın dışına her AN çıkabiliriz. Bunun için duygularımızı TARAFSIZ hale getirmeliyiz. Affetmeyi bilmeliyiz. Karanlık duyguların yükünü atmalıyız. Beklentileri sıfırlamalıyız. Düşünmeyi kesmeliyiz. Tam burada aslında sıfır noktasına erişiriz. Çünkü kuantum alanındaki etere bizden hiçbir titreşim gitmez.
Orada, yaşamak istediğimiz yeni frekansın duygu ve hayalini üretip sinyalleri yollarsak, bir anda daha yüksek paralelde bir zaman döngüsüne terfi edebiliriz.
Yani yüzüklerin efendisi, dış dünyada olan olaylara öfke, nefret, korku tutmaz. İntikam almaya kalkışmaz. Sakince “Yaşamak istediğim bu değil” diyerek, döner ve başka şey hayal eder. Yaşamak istediği şeyi hayal ederken şükür duygusunu yayar. Bu, efendiliktir.
Ancak o zaman, zaman kısalır. Döngüden hızlıca kurtulursunuz. Gençleşirsiniz: daha sağlıklı ve enerjik hale gelirsiniz. Ve DNA’nıza hakimiyet kurabilirsiniz.
Buna Mandela Effect adı verilmiş.
Birden fazla kişiyle aynı dünyada yaşıyoruz. Ailede ben farklı, eşim, annem farklı bir frekansta olabilir ya da dostlarımın frekansları değişebilir. Ama bizler aynı sahnede karşılıklı oturup konuşabiliyoruz. Biz, frekans bandı atlayarak farklı bir paralel gerçekliğe çıktığımızda geçmişi de değiştiririz. Bu nasıl olabilir?
Geçmiş nasıl değişir? Bilim insanı Nassim Haramein’i hatırlayalım. Zamanı oluşturan şey, yani geçmişi ve geleceği oluşturan şey bizim belleğimizdir.
Öyleyse aynı karede yer alan insanların bellekleri değişebilir. Aynı olayı farklı şekilde hatırlayabilir.
Buna “mandela effect” adı verilmiş.
Tanımı şu:Bir grup insanın belleğinde yer alan bir olay aslında hiç olmamıştır. Böyle durumlar yaşanabiliyor. Nasıl mı? Elbette farklı bir zaman akışına geçerek… Oradaki olaylar zinciri farklı, dolayısıyla geçmiş de biraz farklı.
Bu etki gözlemlenebiliyor. Ancak tam olarak bilim dünyası açıklayabilmiş değil. Mandela etkisi terimi, Fiona Broome tarafından ilk kez ortaya atılmıştır. 2009 yılında bir organizasyonda konuşma yaparken, Nelson Mandela’nın 1980’lerde hapishanede öldüğüne dair ve eşinin daha sonra basında gözyaşları ile yaptığı açıklamadan bahsetmişti. Aslında Güney Afrikalı insan hakları lideri Mandela, 2013 yılına kadar yaşamıştır. Hem de hapishaneden çıkarak…
Konuşmasını düzeltenler olduğu için, merak ederek toplantıdaki katılımcılara teker teker Mandela hakkında hangi anıya sahip olduklarını sordu. Ve şaşkınlıkla, aslında topluluğun yarısının kendisi gibi Mandela’nın 1980’lerde vefat ettiğini hatırladığını fark etti. Hatta 1990’larda Shazam adlı bir cinin “Sinbad” filmini çevirdiğini hatırlarken, bazıları aynı filmi Shaquille O’Neal’ın oynadığı Kazam adlı cinin öyküsü olarak hatırladığını da ortaya çıkardı.
İnsanların aynı filmi seyredip farklı sahneleri, farklı sözleri ve konuşmaları hatırlaması da benzeri bir durumdu.
Yani anlayacağınız, gözlemlenebilen ve yaşanan bu durum, belki de olağan bir zamanlar ve paralel realiteler arasındaki geçişi bize anlatıyor. Bunun bizim için önemi nedir?
Herkes cehennemini yaşarken sen kendi cennetini oluşturabilirsin. Ancak bunu sadece kendi iç frekansını ayarlayarak yapabilirsin. Ve diğerlerinin hayat akışına ve hayat planına aykırı düşmemek için sadece Allah’ın yeni akışındaki her şeye onay vermek zorundasın. Aksi halde çekim yasası sadece geçici sonuçlar verir, sonu hüsran olur ve size ruhsal borç (karma) yükler.
Duygularını yüksek frekansa getirmelisin. Yani haz verici, coşkulu duygularda kalmalı, güvenmeyi, sevmeyi, şükretmeyi öğrenmelisin.
Ayrıca, affetmek, beklentilerini kesmek, vesveseyi kesmek zorundasın. Bunları yaptığında zaman kısaldı ve senin istediğin olayları bekleme öğren kısalır. Gençleşirsin.
Her 25.920 yıllık döngü, yeni bir insanlar grubunun 5. boyuttan 3. boyuta inerek binlerce kimlikle doğması için açılan bir fırsattır. Döngü bittiğinde kutsal kitaplarda yer alan kıyamet başlar. Kıyam, diriliş demektir. Ruhlar, içinde yaşadıkları rüyadan uyanırlar. (Hatırlarsanız, buna illüzyon ya da matriks de diyoruz)
Bilin bakalım, rüyadan kasıt nedir?
İşte rüya budur. Kıyam zamanında herkes uyanmalıdır. Yaşarken kendi başına kendi emeğiyle uyanamayanlar, yeni baştan 25.920 yıl daha binlerce parçaya bölünerek yeni oyunlar kurmaya mahkûm olacaklar.
Maya takvimlerine göre 2012 yılı, bizim 25.920 yıllık döngümüzün bitiş zamanıdır. Öyleyse şimdilerde kıyamet zamanıdır. Uyanma ve diriliş zamanıdır. İnsanların yeterli sayıda uyanıp ışığa kavuşmaları demek, içlerindeki duyguları, düşünceleri, inançları kalıcı olarak sevgi, saygı, şefkat, şükür, haz ve coşku durumuna dönüştürmeleri demektir.
O vakit, frekansları bir üst boyutta kalmaya yetecektir.
Tüm hayat, her yerde döngülerden ibarettir. Zaman düz bir çizgi değildir. Küçük ve büyük pek çok döngü vardır. Örneğin sabah, gündüz (öğlen), akşam ve gece birbirini sırasıyla kovalar. Gece hiç olmasın, diyemeyiz. İlkbahar, yaz, sonbahar, kış birbirini takip eder. Kış hiç gelmesin, diyemeyiz. Yapraklar dökülmesin, kimse ölmesin de diyemeyiz.
Astrolojide, her bir zodyak sırasıyla ön plana çıkarak daha fazla hayatımıza etki eder. Çünkü astroloji ya da gökyüzü haritası, büyük çaptaki kutsal geometriden başka bir şey değildir. Yaratım yapar. Bize olasılıklar sunar. Biz ise bu olasılıklar dahilinde kendi karanlığımızı ışığa nasıl çevireceğimize bakarız.
Ve bu saatin üzerinde 4 farklı kutup olduğunu bilelim: 3, 6, 9 ve 12. Yine dönüp dolaşıp Allah’ın gizemli yazılımının rakamlarına geldik. Saat 9, Altın Çağ’ı ya da mevsimlerden yazı temsil etsin. Saat 9 karanlık âlemi ya da mevsimlerden kışı temsil etsin. Saat 12, büyük düşüşün başlangıcını (sonbahar), 6 ise döngünün tamamlanarak yeniden yükselişe geçeceğimiz dönemi işaret etsin (ilkbahar).
Diğer saatler ise bu döngüler arasında geçen zamanı ve olaylar dizilimini bize anlatsın.
Bu satırları okuyan sen dahil her bir ruh bu saatin tamamını yaşar. İstisna yoktur. Aksi halde ilahi denge kurulamaz.
Bu döngünün yarısı karanlık tarafından, diğer yarısı ise ışık tarafından temsil edilir. Bir yarısı “dişi prensip”, diğer yarısı “eril prensip” tarafından domine edilir. Ancak, domine edilen dönemler her zaman yeni dengesizlikler yaratır. Bu sayede döngü asla bitmez. Asıl olan her iki tarafın da dengeye gelebilmesidir.
Eğer sizi bir trans (odaklanma) yolculuğuna çıkarsaydım, Altın Çağ olarak adlandırdığımız saat 9 civarını hatırlayabilirdiniz. Orada hem erkek hem de kadın tarafınız, ilahi güçle çok büyük bağ kurarak yaşar. İlahi sevginin prensipleri ile hareket eder. Toplum da ona göre düzenlenir. Böylece herkesin çok mutlu olduğu bir eşi, ilişkisi, hayata karşı sonsuz güveni, bolluk ve bereketi, haz dolu anları, mükemmele yakın güzelliği vardır.
Burası etik olarak insanlar arasında kurulabilecek en ideal ve en üstün toplum modelini bulur ve ona uygun yaşar. Frekansı yüksektir. İleride, bu dönemi hatırlayanların ağzından daha detaylı bilgiler vereceğim.
Artık yaz dönemi bitmiştir. Şahane meyveler yenmiş, yemyeşil yapraklar sararmaya başlamıştır. Sonbahar vakti gelip çatmıştır.
Bu devirde hayata, ruhu daha düşük frekans barındıran yani daha fazla korku, suçluluk, utanç, öfke, nefret gibi duyguları taşıyan ruhlar doğmaya başlar. Saat 12, en karışık dönemlerden biridir, çünkü Altın Çağ’a alışkın yüksek varlıklar, frekansı düşük olanlara kabul veremezler. Eğer onlarla nasıl başa çıkacaklarını öğrenemezlerse yakalarını kaptırarak onların karanlık döngüsüne doğru yuvarlanırlar. Bu sefer, o devirde çok daha fazla doğmak zorunda kalabilirler.
Düşük frekanslı ruhlar da bir toplu bilinç oluştururlar. Böylece, kendilerine ait cehenneme benzer zaman çizgileri, yani olaylar zinciri oluştururlar. Ama sır neydi? Dışarıda cehennem olsa dahi sen kendi cennetini tutmayı başarmalıydın. Sır buydu. O zaman o kişilerin varlığına bakarak duygu, düşünce, yargı ve inançlarını, hatta sözlerin ve davranışlarını olumsuza çevirmemeliydin.
Sen de öfke ve nefrete bulaşır, onların da Allah’ın döngüsünde birer oyuncu olduğunu hatırlayamazsan kendi cennetinde kalamazsın ve onların cehennemine hapis olursun. Gerçek hapishane budur.
Siz bunu dünyaca ünlü “Game of Thrones” dizisindeki hayata benzetebilirsiniz. Herkesin en vahşi, en zalim, en acımasız karakterlerine büründüğü devirden bahsediyorum. Burası, satranç oyunundaki siyah piyonların tüm gücü ve yönetimi ele aldığı zamanlardır. Buna Allah tarafından da izin verilir. Sebebini birazdan anlatacağım.
Frekansları ve bilimi konuşurken, bahsetmiş olduğum ses ve dalga teknolojisini insanların ölümü, hastalığı amaçlı kullanmak gibi oyunlar mesela… Paranın gücüyle, köle-efendi ilişkisi yaratmak, küçük bir zümreyi mutlu edip diğerlerini süründürmek mesela…
Adaletsizliğin, kandırmacanın, tüm güzel ve doğru bilgilerin çarpıtılmasının serbest olduğu zamanlardan bahsediyorum. Edward Bernays gibilerin insanların zaaflarını kendi çıkarlarına kullanması mesela… Bilgileri bütünün hayrına değil de sadece kendi çıkarları için kullananların özgürce ve iyilerden daha güzel yaşadığı zamanları kast ediyorum.
Burası, herkesin karanlık âlemidir. O karanlık diyardaki köle efendi kimlikleriniz, aklınıza hayalinize gelemeyecek şekillerde kötülük yaparlar. Ve onları kapatıp saklamaya, bastırmaya uğraşan bilinçaltlarımız, birer kirli torbasına döner. O çamaşırlar elbet bir gün yıkanmalıdır.
Kıyamet ne zaman başlardı? Tüm bu kötülüklerin alıp başını gittiği dönemlerde, teknoloji ve binaların, insan kalbinden ve ruhundan daha önemli ve ileride olduğu diplerde başlardı.
İşte o kıyam saat 6 civarında başlar. İnsanlık dibe vurduğunda, herkes en kötü yüzünü serbestçe oynarken başlar. Bir anda ışık geliverir. Yüksek frekansı bulmuş ruhlar doğmaya başlar. Bu ise karanlığı daha da korkutur. Çünkü yeni döngüdeki saat 9 olan Altın Çağ için yeterli frekansları yoktur. Bu yüzden kimsenin oraya gitmesini istemezler. Aksi halde var olamayacaklar ve bedensiz âleme dönmek zorunda kalacaklardır.
Ta ki yeniden kış, yani saat 12 olana kadar.
Şimdi şöyle bir düşünelim. Biz saat 6 ile 12 arasındayız. Daha yolculuğumuz yeni başladı. Şimdi uyanma zamanıdır. Eğer saat 9’da var olmak istiyorsanız, bu kitaba ve yazdıklarıma kulak verebilirsiniz. Bu yolculuk için pek çok yöntem vardır. Buna eminim. Bu da benim ruhumun sizler sunmak istediği patika. Kendini yakın hisseden uygulayabilir.
Kıyam zamanlarında, iyiler her daim mağdur görünür. Sanki hep kötüler kazanıyormuş gibidir. Ancak bu dönemin sınavı da tam olarak kötüye kızmamayı, kendi yolculuğuna odaklanmayı hatırlamaktır.
Saatin bir yarısı karanlıksa diğer yarısı ışık avantajlı olur.
Neden sizce?
Çünkü saat 12’den itibaren dünyaya gelen düşük frekanslı ruhların çoğu, henüz 2. boyuttan 3. boyuta yeni çıkmış varlıklardır. Diğerleri ise bu devri tekrarlamak zorunda kalmış ve yükü ağır ruhlardan ibarettir.
2.boyut, bireysel kimliğini henüz keşfedememiş, grup bilinci içinde olan varlıklardır; hayvanlar ve bitkiler gibi. Ancak bir kaynaktan aldığım bilgiye göre, 3. boyuta terfi edebilecek ruhların pek çoğu evde sevgi ile büyütülen hayvan dostlarımız ile ağaçlarmış. Elbette bunun doğruluğunu bilemiyoruz. Ama haydi diyelim ki öyle…
Toplu bilinçten ve var olmak için birilerini öldürmek zorunda kalmış bir ruh için bireyselliği öğrenmek, ilk önce bencillikten geçer. Bencil ruhlar, kendilerini hayatta tutmak için her şeyi göze alabilirler. Çünkü henüz başkalarına acı vermenin ne demek olduğunu öğrenmediler. Henüz uyanmadılar. Bunun bir bedeli vardır. Çünkü evrende her şey matematiktir. Simetriktir. Geometriktir. Sırf bu yüzden, karanlık olanların ışıklı yanları da olacaktır. Aslında onlar aynı anda vardır. Ancak zaman içinde sıraya dizilmek durumundalar.
Aynı dönemde yüksek frekansı tutturmuş, yaptıklarının bir bedeli olduğunu idrak etmiş ruhlar ise karma sebebiyle ruhsal borçlarını ödemek zorundalar. İşte bu yüzden karanlıkla gelen genç ruhlar, ödeme planı çerçevesindeki yükselmek isteyen ruhlara kötüyü oynarlar. Ama bu oyun rasgele oynanamaz. O kişinin kendi geçmişindeki yani saat 3 civarındaki karanlık âlemde her ne yapmışsa, ona benzer karakterler ve temalarla karşılaşırlar. Ancak bu şimdiki mevcut hayatlarında yapmadıkları bir şey olduğu için, çoğunlukla neden kötülüğe maruz kaldıklarını anlayamadan kaybolurlar.
Keşke bu bilgiler okullarda öğretilebilseydi. O zaman fazla zaman kaybetmeden, daha az acı çekerek de ruhumuzu özgürleştirebilirdik.
Dolayısıyla, saat 6 civarındaki bizler ışığa geçmeyi planlamış ruhlarsak, sınav bizim sınavımız. Neden kötülere bir şey olmuyor, diye düşünmeyin. Onlar sınavda değil. Onların yaşaması gereken kocaman bir döngü daha var. Geliyor. Ancak bizler mezun olmak, kıyamda seçilerek yükselmek istiyorsak sınavda olduğumuzu bilerek frekansımızı yüksek tutmak üzere çalışmalara başlamalıyız.
Karanlığı oynayanlar ise bir sonraki devirde, ayılarak karma ödemeyi kabul edecekler. Onlar da bizim şimdi geçmekte olduğumuz sınavlara girecekler. Yani ilahi adalet ve denge yüzde yüz çalışacak.
Savaş yoktur. Rekabet de yoktur. Bunlar sadece insanların yanılgısıdır. Onlar savaştıklarını zannederler. Oysa ki uzun döngüler vardır. Bunlar zaman döngüleridir. Her bir döngünün iki zıt kutbu vardır. Bir kutupta bir taraf kazanırken, diğer kutupta diğer taraf kazanmaya başlar. Enerji ve var oluş onu destekler. Çünkü enerji ve var oluş, asla taraf tutmaz. Sadece eşit derecede fırsat verir. Yaratıcı’nın gözünde haklı ya da haksız yoktur. Sadece deneyim ve denge vardır.
Haksız olarak, karanlık ve acımasız olarak gördüğünüz her varlığın katmanlarını soyduğunda, en derinlerde yine Yaratıcı’nın Işığını, nurunu bulursun. Ve onun konuşmasına izin verirsen eğer, mesajlarında dengeye gelmek istediğini, bu yüzden acımasız davranılmasına izin verildiğini, çünkü yaşananların bir başlangıç değil, sonuç olduğunu anlayabilirsin. Peki bu acımasızlığın bir sonu var mı? Evet var. Eğer insanlık ya da varlıklar dengeye glmek için bir çabaya girmemişlerse, yani duygu, düşünce, inanç, yargı, söz ve davranışlarında bilgiden bilgeliğe geçememişlerse, ödeme yapmak üzere yeniden zıt kutba savrulacaklardır. Bu bir nevi evrenin kendi dengesini kendisinin sağlamasından dolayıdır. Enerjiler bir kez döngü başlattıklarında, zaman ve olaylar dizilimi devreye girer. Bunlar bilenler ve uyanmışlar için öngörülebilir dizilimlerdir.
İnsan, kısa hayat süresi sebebiyle bazı büyük döngüleri bütünsel olarak göremez. Bu yüzden de tarihin yazıcıları, tutucuları olmalıdır. Büyük öğretici uzaylı bilge varlıkların bu dünyada izler, binalar bırakmalarının sebeplerinden biri de budur. Döngülerin tamamını anlamak zorundasınız. Ve yaşam süreniz sadece kendi biriktirdiğiniz karanlık ve duygu yükü sebebiyle çok kısaldı. Diğer enkarnasyonlarınızı hatırlamayı reddederseniz, döngünün tamamını anlayamazsınız. O zaman içinizdeki nuru ve kalbi dinleyin. Anlamak ve döngülerin esaretinden kurtulmak, özgürleşmek isteyenler için yollar çoktur.
Eğer insan bir döngüyü anlamak ve özgürleşmek için bilgeleşmek üzerine yol almazsa, duygularına ve düşüncelerine hakimiyet kuramazsa, denge kanunu sebebiyle zıt kutuplar ve eğilimler arasında savrulup duracaktır. Bu yüzden her yargıladığınızın içine bir kez düşeceksiniz. Eğer bir ödeme, hizmet, bilgeliğinizi bütünün hayrına kullanarak duygulara hakim olamazsanız, evrenin ve var oluşun kanunlarını görmezden gelirseniz, bu döngüyü tekrar yaşamak zorunda kalacaksınız. Olaylar zinciri, varlık uyanana dek tekrar edecektir. O zaman kişi sabır göstermek ve isyan etmemek durumunda kalır. Buradan çıkış yoktur.
Bir acı ve karanlık döngüsüne giren varlığın iki çıkış kapısı vardır: 1. Ya denge yasasını algılayarak kendi içinde karanlığını duygu ve düşüncelerini dengeye getirmelidir, 2. Ya da bütünün hayrına hizmete geçerek ve karanlık duygularını yakarak karmalarını ödemelidir. En önemlisi de, sabırla döngünün olaylarına izleyici kalmayı öğrenmektir. İzleyici kalmak, duygu üretmeden, olana bakmak, sessiz kalarak kendi dengesizliğini dengeye getirmek üzere bu 2 yöntemden birini ya da ikisini uygulamaktır. Sabır. Sabır sabır. Çok önemlidir. Yeniden karanlık duygu ve korku üretmemek için, sabretmek, diğer varlıkların öğrenim süreçlerine müdahale etmemeyi öğrenmek demektir.
Ancak bu sabırla izleyici kalarak ve iç duygu düşünce ve hizmet ile dengeni sağlayarak, senin için yeni bir olaylar zinciri döngüsünün, mevcut döngünle kesişim noktasının gelmesini beklersen, kurtuluş ve özgürlük kapısı açılır. But kapının açılmasının süresi, duygu ve düşünce hakimiyet becerin, süren, sistemin böyle çalıştığına inanç gücün, hizmet kapasiten, sabrın, karmanın ağırlığı ve ne kadar saf niyetle (karanlık duygu ve düşünce karıştırmadan) kalabildiğine bağlıdır. Saniyede de olabilir, yıllar da alabilir. Oraya hiç varamayabilirsin de… izleyici olmak, duyguyu üretmemek için gerekirken, aktif saf niyet vermek, yeni kesişim noktası ve çıkış kapısı üretmek için lazımdır. Biri almak ise diğeri vermektir. Almak kadar vermek de yapılmalıdır. Evren pasif kalmayı sevmez. Ya da tek başına almayı tek başına vermeyi desteklemez.
Efendi olmadığı gibi köle ya da kurban da yoktur. Olmamalıdır. Bu sadece insanın illüzyonlarından biridir. Her şey bir döngüdür. Bu yüzden, efendi olduğunu zannedenler, zirvede iken, köleleşmeye başlarlar. Çünkü zıt kutbun enerjisi devreye girmiştir. O enerjiye hizmet edecek yeni doğan varlıklara kızmayınız. Onlar devranı döndürmek için geldiler. Siz göresiniz ders alasınız öğrenesiniz diye. Kızmak sizi burada daha uzun tutacaktır.
Kişi kendi kalbinden ve nurundan bilgelik alamasa bile, döngüler yoluyla yaşadıklarıyla bu bilgeliği kazanmalıdır. Dışarda ne varsa, kendi işçinde aramalısın. Ancak, b unu tek bir enkarnasyonla yapamazsın. Döngünün tamamına bakacak olmalısın. Bakamıyorsan, etrafındaki olayların ve kişilerin tamamına ayna olarak bakabilirsin. Acı çekerek öğrenmeye devam edecekse, varlık öfkesiyle ve nefretiyle reaksiyon vermeye devam eder. Bu ancak süreci daha da uzatmaya yarar. Tekrar tekrar yaşamalarına sebep olur.
En karanlık oyuncuların da karanlığını kazı ve içine gir. Kendi karanlık kimliklerini sonuna dek konuştur. Altından çıkmaz sokağa gelip çıkış kapısı bulamadığında, nurun sevgi ve ışık yolunu bulacaksın. Onu dinle. Ona kulak ver. Ve çıkış kapısı her zaman zannetmediğin bir yerden mucizeyle kapına ulaşacaktır.