28 Eylül 2024
Tanrıça Kadınlar Okulu’muzda, DNA ile ilgili kilit çalışmaları derslerde hep birlikte öğreniyor ve uyguluyoruz. Ancak DNA üzerinde hakimiyet kurmak o kadar geniş çerçeveli bir işlem ki, hayal edebileceğiniz hemen hemen her şeyi yapabilirsiniz.
Bunları öğrenmek için Tanrıça Kadınlar Okulu’nun 6. Döneminden çok daha fazlasına ihtiyacınız var. Bunları sizlerle buradan paylaşacağım. Ancak uygulamalarını, yeterli mezun arkadaşımız talep ederse, özel sınıflar açarak öğreteceğim.
DNA’nızın potansiyelini aktive edebilirsiniz. Çünkü biz insanlar, çok boyutlu ve hayal edemeyeceğiniz kadar yüksek potansiyele sahip varlıklarız. Kuantum bilimi bize der ki: Sadece bilincimiz ile (consciousness) maddeyi etkileme gücümüz var. Şunu da biliyoruz ki, tüm evren ile bağlantıda ve birbirimize bağlıyız. Buna Kuantum Dolanıklık (quantum entanglement) diyoruz. Ve kuantum dolanıklık prensibi ile bütün evrene bağlıyız.
Şimdi, DNA’mızın kuantum alanı ile nasıl bir ilişkisi olduğunu inceleyelim. DNA’mızın kuantum alanı ile nasıl bir bağı olabilir ki?
DNA’mızın moleküllerinde atom altı partikülleri vardır. DNA’mız, kuantum alanına çok güçlü yöntemlerle etki eder. Kuantum alanını organize edebilir. Onunla iletişime geçebilir. Bu etkilerden en önemlisinin adı: Kuantum Hayalet Etkisi’dir. (Quantum Phantom Effect)
Hayalet etkisi, Araştırmacı ve bilim insanı Dr. Peter Gariaev tarafından bulunmuştur. Öncelikle havası bile alınmış ve vakumlanmış kapalı bir alana, DNA yerleştirmiştir. Sonra bu alana, düşük dozlu lazer ışığı yollamıştır. Alana giren fotonların nasıl şekil aldığını incelemeye başlamıştır.
Normalde, DNA yerleşmeden önce, fotonlar birbirinden dağınık biçimde alanda dolaşırlar. Ancak, DNA molekülü o alana yerleştirildikten sonra, fotonlar, kendilerini oradaki DNA’nın şekline göre düzenlemeye başlarlar. Yani aslında fotonlar, DNA’nın yapısını bire bir kopyalarlar. DNA molekülü, alandaki fotonları kendi yapısında organize edip dizmiştir.
Daha sonra DNA molekülünün kendisi alandan çıkartılmıştır. İşte tam bu noktada hiç beklenmedik bir şey gözlemlenmiştir. Fotonlar hala DNA’nın şeklini almış onun kopyasını oluşturmuşlardır. Üstelik, DNA oradan çıkartıldıktan 30 gün sonrasına kadar da bu yapıyı bozulmadan korumuşlardır.
Buna HAYALET DNA adı verilmiştir. Ve hayalet DNA, fotonların olduğu alana başka bir etki alınmadığı takdirde, gerçekten 30 gün boyunca yapısını bozulmadan korumuştur.
Peki bu bize ne anlatıyor?
DNA’mız yolu ile, kuantum alanını etkileyebildiğimizi öğreniyoruz. Ve o DNA’da kayıtlı bilgi de etrafı etkiliyor.
Bunlara ek olarak, kendi DNA’mızı düşüncelerimiz, duygularımız, sözlerimiz ve davranışlarımızla da etkileyebildiğimizi görüyoruz. Bunun neden önemi var? Çünkü kuantum alanına yolladığımız duygu ve düşünceler söz ve davranışlar, geleceğimizi şekillendiriyor da ondan.
Tanrıça Kadınlar Okulu’nda en çok üzerinde çalıştığımız konu, elbette sözler, davranışlar, duygular ve düşüncelerimizin ve buna ek olarak da karmak borçlarımızın temizlenmesidir. Tüm bunlar zaten doğal olarak DNA’mızda bir değişim yaratmaktadır. Bilim de bunu bizler için kanıtlamıştır.
Adımlar:
Buna DNA Phantom Effect adı verilmiş. (DNA Hayalet Etkisi)
Hayalet etkisi için, öncelikle vakumlanmış bir alana DNA yerleştirilmesi gerekiyor. Daha sonra düşük uyumlu (weak coherent) lazer radyasyonuna maruz bırakılmalı. Peki lazer ile DNA’mın nasıl bir ilişkisi olabilir? Gelin şimdi bunu inceleyelim. Bu da bizi, DNA hakkındaki ikinci etkileyici özelliğe götürüyor.
Yaşayan DNA, hem alıcı hem de verici olarak işlev gören uyumlu ışık özelliği taşıyor. Yani bir anten gibi de düşünebilirsiniz. (Living receiver and transmitter of coherent light). DNA’nın bu özelliği ilk kez Alman Biofizik Uzmanı ve Araştırmacısı Dr. Fritz-Albert Pop tarafından bulunmuş ve incelenmiştir. Onların bulgularına göre, DNA aslında düşük dozlu uyumlu ışığa (low intensity coherenty light) yani biofotonlara hem alıcı hem de verici olarak etki etmektedir.
Bilim insanlarının çöp DNA dedikleri kısım aslında bundan sorumludur.
Biyofotonlar, ışık hızında haberleşme araçlarıdır. Bunu hayal edebiliyor musunuz? Bizim çöp zannettiğimiz kısımdaki biyofotonlar, aslında ışık hızında haberleşme sağlıyorlar. DNA’yı koskoca bir haberleşme ağı gibi hayal edebilirsiniz. Sanki biyolojik bir internet ağı gibidirler.
Peki bunun bizim için önemi nedir?
Bizler aslında, DNA’mız yoluyla birbirimizle haberleşebiliriz. Coherent yani uyumlu ışık kullanarak biz de DNA yoluyla birbirimizle haberleşebiliriz. Ya da kendi DNA’mıza etki edebiliriz. Eğer bazı DNA’mıza bir bilgi setini yükleyebilirsek, bu bilgi, bedenimizdeki diğer tüm DNA moleküllerine iletilir. Hem de ışık hızında… Yani hepimizin DNA’ları, görünmez bir internet ağı yaratmış durumda.
Coherent yani uyumlu kelimesi karşımıza tekrar tekrar geliyor. Peki bu ne demek? Tüm yaydığımız frekans dalgalarının birbiriyle uyumlu halde hareket etmesi demektir. Bunun önemi nedir? Eğer DNA’mıza bir bilgi yüklemek istiyorsak, coherent yani uyumlu halde olmamız gerekiyor.
Şimdilik kısa süreliğine, DNA Hayalet Etkisine (Phantom Effect) geri dönelim. Belirli kelimelerin, seslerin titreşimleri, ve titreşim enerjilerinin, DNA ile iletişim kurabildiği anlaşıldı. Henüz kodlanmış hayalet DNA yapılarının, insan konuşma lisanıyla benzer sentakslara sahip olduğu anlaşıldı. Sanki konuşma dili, lisan, DNA’mıza zaten kayıtlanmış gibiydi. Gerçekten de konuştuğumuz diller DNA’mızın yapısına kodlanmış durumda.
Bu çok değişik bir bilgi, değil mi? Çok da önemli.
Çünkü DNA’nın bu özelliği yüzünden, onu sadece konuşarak, ses ve kelimelerle de programlayabiliyoruz.
Yaşayan DNA, konuştuğumuz sözlere ve dile karşılık veriyor. Tabi, doğru frekanslar kullanıldığı taktirde…
Bunu nasıl test etmişler?
Haydi gelin inceleyelim:
DNA biyolojik, holografik internet gibi hareket eder. Işık, ses ve kelimeleri kullanarak bu etki yaratılabiliyor. Allah, kendi adını ve mesajlarını, rakamlar, harfler ve sesler yolu ile DNA’ya eklemiştir. Rakamlar, burada frekans değerlerini temsil ediyor. Harfler ise ışığın hareket ettiği döngüsel ve belirlenmiş hareketlerdir. (Patterns of movement). Onlar birleştirildiğinde, konuştuğumuz kelimeleri ve dili oluştururlar. Ses ise, titreşimsel enerjinin maddeye şekil veren etkidir.
DNA’mızın konuşma diline bu kadar duyarlı olması ve ona göre şekil alması, meditasyon yaparken kullandığımız OLUMLAMALAR’ın neden etkili olduğunu da açıklıyor. Bu olumlamalar sadece inanç sistemimize değil, bedenimize de değişiklik getiriyor. Fakat, etkinin negatif olmaması gerekiyor. Bunun pozitif etkisi olması için, doğru frekanstan uygulamamız gerekiyor.
Doğru frekans ne demek? Doğru pozitif duyguları, sevgi, şefkat, şükür, güven, coşku, haz gibi duygular eşliğinde yapmamız gerekiyor demektir. Şimdi bir de zikir çekmeyi, Kutsal inançlarımızdaki duaları düşünelim.
Hangi duyguyla yapıyorsunuz?
Korku, öfke, utanç, suçluluk eşliğinde yapıyorsanız, olumsuz etkisi olacak belki de dualarınızın gerçek olmasını engelleyeceksiniz. Ya da, isteklerinize kavuşmayı öteleyeceksiniz. İstemeden hem de… Lütfen size dini bilgilerinizi kimin hangi duygu ile verdiğine dikkat edin. Hatta mümkün ise kendiniz araştırın, okuyun ve öğrenin. Çünkü Hz. Peygamber (SAV) Efendimizin de yaptığı buydu. O, korku ile değil, sevgi ile, şükür ile dualarını etti. Bilgileri indirdi. Kur’an’da yazılmış olan iplikçiklerin biyolojik bilginin DNA’mızı da içerdiğini fark edin.
Dini bilgileri bilimin ışığından kopmadan öğrenip uygulayın. Çok daha iyi anlayacak ve bu sayede çok daha çabuk sonuç alacaksınız.
Doğru Frekans Ne Demek?
Ses olarak düşünürsek, 528hz ilk frekans aralığı ya da 432hz. doğru frekanstır mesela.
Ya da altın oran geometrisi ve ölçüleri aradığımız frekans bandıdır.
Fakat tüm bunlar dış dünyadan bize gelen frekanstır. Oysa içten dışa olan frekans daha kalıcıdır. Bu da, içsel olarak kalp ve zihin uyumuyla başlar. Yukarıda da bahsettiğim gibi, bu uyumu sağlayan en önemli duygular şükür, sevgi, huzur, coşku gibi duygulardır. İçsel frekansınız, DNA ile konuşmak istiyorsa, kendi sesiniz aracılığı ile olmalıdır. Bu yüzden kullandığınız sözlerin çok büyük önemi vardır.
DNA, sizi ve evreninizi yaratmak için gerekli bütün kodlara sahiptir. Vücudumuzda 100 trilyon hücre varsa, hepsinde bir kopyası bulunur. Her bir hücre, tüm bedeniniz ve evreninizin kodlarının tamamını taşır. Sanki hayatımızın el kitabı gibi hareket eder. Yaşamak istediğimiz her şeyin tarifi, nasıl elde edeceğimizi orada bulabiliriz. Göz rengimizden tutun da, ruhumuzun hediyesine kadar, buraya uygulamak için geldiğimiz bilgi kodları da buna dahildir.
Bize düşen görev, DNA’mızda yazılı olan bu kodları deşifre etmek ve uygulamaya sokmaktır. Hayatımızın amacını bulmak, en yüksek potansiyelden bunu uygulamak, hizmete sokmaktır.
Klasik Bilim, DNA hakkında bize, nukleik asitler, DNA’mızdaki genetik yazılımın harflerini oluştururlar. Genetik yazılımda, 3’er harflik kelimeler vardır. Sanki bunlar yazılımımızın kelimelerini oluştururlar. Yazılımı sağlayan 64 adet kök kelime mevcuttur. Genler ise, bu kelimelerle türetilmiş cümleler ve paragraflar gibidir.
100’lerce, 1000’lerce harf taşırlar.
Bu kelimelerin (codon)den 20 tanesine exon adı veriliyor. Exon’lar, amino asitlerin üretiminde kullanılıyorlar. Amino asitler ise vücudumuzdaki proteinleri oluşturuyor. Fakat bilim son dönemde, exonların ve protein kodlarının, genetik yapımızın sadece %1’ini oluşturduğunu keşfetti. Batı dünyasının bilim insanlarının bu küçük kısımda çok fazla vakit harcayarak, kalan %99’luk kısmın ihmal ettiğini yeni yeni fark ediyoruz. Buna çöp DNA adı verdiler. Çünkü ne işe yaradığını henüz deşifre edememişlerdi.
AUG ….. START. (Başlat).
UAA…… STOP. (Durdur)
UGA…… STOP
UAG…… STOP
Codon’lardan 4 tanesi genlerimize başlat ve bitir komutu veriyor. Geri kalan 40 adet codon ise, geriye kalan DNA’mızın %99’luk kısmını oluşturuyor. Şimdilerde klasik bilim, bunlara Non coding DNA (kodlama yapmayan DNA) adını verdi.
Potansiyel Yaratım Genleri:
Klasik bilim hala bu genlere çöp ya da kodlama yapmayan genler adını verse de, bizim bakış açımızla, DNA’mızın bu bölümü, hayatımızı, bedenimizi, hatta evrenimizi şekilendiren genlerdir. Değişkendir. Etki edilebilir. Yazılım yapılabilir. On/off düğmesi varmışçasına aktif ya da pasif hale getirilebilir.
Öncelikle, müthiş yüksek bir hayat enerjisi, sadece bu DNA’nın sağlıklı olarak korunması ve kopyalanması için kullanılıyor.
Eğer DNA’mızın %99’u çöp olsaydı, insanlığın evrimi asla gerçekleşemezdi. Ve bunca hayat enerjisi boşa harcanıyor olurdu. Son dönemde yapılan araştırmalara göre, çöp DNA denilen bölümlerin bazı işlevleri vardır.