28 Ağustos 2024
SÖZLERİN GÜCÜ VE SES
Nasıl başlıyordu kutsal kitaplar?
“Rabb’inin adıyla Oku”
Kur’an-ı Kerim
“Başlangıçta Söz vardı”
İncil (Yuhanna 1:1)
Demek ki, ışığın şekil almasından önce, yaratımın ilk başlangıcı, ses ile oluyor. Ol emri vermeden hiçbir şey hareket etmiyor.
Kendi kulağımızın duyacağı kadar bir sesle okumak, kelimeleri, sözleri konuşmak demektir.
Okumak ve kelimeler nedir? Ses çıkarmaktır.
Ses nedir? Elektromanyetik frekans yaymaktır.
Frekans ise, sayısal değeri olan bir matematiktir.
Matematik ve sayılar ne işe yarar? Frekans dalga gibi yayılmaya başlar.
Matematikseldir çünkü, eter/plasma, hava, su gibi iletken maddelerin üzerinde, sayısal değeri ve anlamı itibariyle ölçülebilir, görülebilir bir geometrik şekil oluşturarak maddeye ya da gerçekliğe dönüşür.
Demek ki biz insanlar ses çıkartarak, konuşarak, dua ederek 3 yöne elektromanyetik dalgalarımızı yayıyoruz.
Bu bölümdeki bilgileri yazarken değerli bilim insanları Dr. Leonard G. Horowitz ve Dr. Joseph S. Puelo’nun yazdığı “Healing Codes for the Biological Apocalypse” (Biyolojik Kıyam için Şifa Kodları) ve 528 Herz: The Love Frequency (Sevgi Frekansı 528 Herz’in Gücü) adlı kitaplardan yararlandım. İkinci kitabın yazarı: The Sapians Network olarak geçiyor.
Dr. Horowitz’e göre, eski kadim diller, yani Sanskritçe, Babylonian, Aramaic gibi, harflerin ve kelimelerin enerji ölçüsü ve frekansı bakımından gerçekten OL emri verebiliyor. Ama daha sonradan oluşturulmuş diller, örneğin tüm dünyada en çok kullanılan İngilizce, bunun tam tersi bir etki yaratıyor. İnsan eliyle mühendislik bilgisiyle kurgulanmış, insanların Allah ile bağlarını kesen, ondan uzaklaştıran bir yapısı ve enerjisi olduğu iddia ediliyor.
Bu alandaki araştırmacıların vardığı nokta, harf ve dizilim enerjilerinin kadim dillerle tam 180 derece ters açı yaptığıdır. Hatta Leonardo Da Vinci’nin tüm yazıları neden tersten yazdığını da bu şekilde açıklıyorlar.
Öyleyse, biz Allah’ın asıl dili olan matematik, müzik ve geometriyi kullanabiliriz. Duygu ve düşüncelerimiz ile de hedefe ulaşabiliriz. Bu dil, bizi doğrudan Allah ile yakın bir temasa ve BİR’lik bilincine yönlendiriyor.
Eğer 3,6 ve 9 Rakamlarının Sırrını Anlasaydınız, Evrenin Sırrını Keşfederdiniz
Nikola Tesla
Şuradan başlayalım. Evrenin yapısı ile DNA yapısı aynıdır. Bizim devrimizde, bu bilgiyi deşifre edip bilime sunan kişi, Marko Rodin’dir. Rodin, ünlü bir matematikçidir ve Ether Vortex Field Technology ile nasıl bedava, sonsuz enerji elde edebileceğimizi anlatmıştır. Aynısını Nikola Tesla da farklı yollardan bulmuştu. Her ikisini ortak noktada buluşturan bazı bilgiler var.
Enerji dönerek hareket eder. Ancak ilerlerken boşlukta değil, eter ya da plazma da denilen (aynı madde) bir maddenin iletkenliği ile hareket eder. Hatta ünlü Nobel Ödüllü Bilim İnsanı ve International Space Federation Başkanı Nassim Haramein de kara delikte bile plazmanın varlığını yakın zamanda ispat etmiştir.
Bizler ise, sadece sesle değil, davranış, inanç, düşünce ve duygularımızla yaydığımız frekansla, bu geometriyi oluşturuyoruz. Matematiksel değerlerini incelemek için yeniden Dr. Leonard G. Horowitz’in kitabından detaylı bilgi alabilirsiniz.
Oluşan geometri, kutsal (süper simetrik, düzenli ve merkezden tüm köşelere eşit mesafede) olduğunda, enerjinin hareket etmesi, sivri köşeler ve açıları yüzünden yavaşlayarak ışık hızının altına iner. Ve buradan sonra bizim gerçekliğimize olay, kişi, durum olarak yansımaya başlar. Yani kuantum alanındaki tohumlarımız, enerjisi ışık hızının altına inerek yavaşladığında maddeye dönüşür. Basitçe, iki farklı dalga kesiştiği zaman kesişme noktaları yaratım noktası olarak hizmet eder. Bir nevi kara deliktir.
Nasim Haramein’e göre, kara delikler, ölmüş yıldız sistemlerini içine çekip yok eden bir boşluk değildir. Orada plazma vardır ve enerji giriş çıkış koridoru gibi görev yapar.
Biz, her planeti, her yıldızı, her atomun içindeki protonu, DNA’larımız ve çakralarımızın merkez noktalarını birer kara delik olarak düşünebiliriz. Enerji oranın merkezine girerek, bizim bilinç ve frekans düzeyimizle programlanmış fotonları dışarıya verir. Bu yüzden yukarıda ne varsa aşağıda da aynısı vardır.
Allah’ın matematiği basittir. Pisagor, Vitrivius, Plato, Aristo gibi filozof ve dahiler, sadece 9 adet sayı olduğunu düşünüyorlar. 2 ya da daha fazla basamak olduğu zamanı o sayıları da birbiriyle toplayıp tek basamağa indiriyorlar. Sıfır, sadece alan tutmak için kullanılıyor. Dolayısıyla, aslında evrensel yaratımı bir matris olarak görebilirsek, sadece 1’den 9’a kadar rakamla ifade ediliyor.
Ve bu rakamların her biri yaşıyor. Yani canlı. Sebebi şu; o rakamlar, frekans bandı oluşturarak, enerjiyi canlandırıp, geometri oluşturup gerçekliğe dönüşüyorlar. Ve Allah ile konuşuyorlar. Buradaki en kutsal sayı, her zaman 9.
6, yaratımın olduğu sayı. 3, 6 ve 9, her zaman birbirine bağlanıyor. Bir de 8 var. O da sonsuzluğu temsil ediyor ve iki yuvarlağın kesişme noktası, yaratım noktasını belirleyen enerji döngülerini temsil ediyor.
SOLFEJ VE MÜZİK
Bunları neden konuştuk?
Daha fazla bilgi almak isteyenler, muhakkak kitabı okusunlar. Bizim konumuz şu: Marko Rodin, müzik solfej frekansları ile insan bereninin etrafındaki Torus’un yapılandığını bulmuş.
Hatta evrende aynı rakamlarla ve solfej frekans değerleriyle oluşuyor. Örneğin, torus alanımızda, 296, 417, 528 gibi değerler sık sık beliriyor. Kaynak enerji, standing gravitational wave of the universe olarak isimlendirilmiş. (Evrenin kaynak yerçekimi enerji dalgası) Kaynak enerji, bu değerlerdeki frekans (titreşim/saniye) bandında olursa, sağlıklı ve erenle uyumlu hale geliyoruz.
Ruslar’ın ünlü zaman mekan fizik bilimcisi Hartman Müeller’e göre, DNA yapımızda aynı şekiller ve değerler var. Hatta bu enerji bizim kendi, bilincimizle şekil ve yön değiştirerek, matematiksel bir dil oluşturarak, DNA’mıza komut veriyor. DNA ise bu komutu aldıktan sonra enerji dalgalarını kesiştiği 6 noktadan fiziksel realite yaratmaya başlıyor.
Fakat, DNA’nın bilincimizden komut alması için iki şeye ihtiyaç var:
Yani hem bilincimizi kullanıp kodlama yapacağız, hem de onları suda şekil alacak biçimde DNA’ya yerleştireceğiz.
Bu yüzden, vücudunuzun susuz kalmaması hayati önem taşıyor. Neden? İçinde hem hidrojen hem de oksijen olduğu için. Elektron transferi çok önemli. Oksijenin de element sayısal değeri 8. yani Yaratıcımızın şifa ve yaratım komutunu sağlayan sayı.
Bu yüzden Allah içimize nefesini üfleyerek bize can verdi.
FREKANS VE MÜZİK
Müzik ve ses bir teknolojidir. Ve frekans değerlerinin her biri, farklı bir şey yaratmaya başlar.
174 Herz Ağrı kesicidir. (3)
285 Herz. Enerji Alanınızı dengeler. (6)
396 Herz. Suçluluk ve Korkularınızı temizler. (9)
417 Herz. Değişim getirir. (3)
432 Herz. Doğanın sesidir. Doğa kaynaklı mucizelerin kapısını açar. (9)
528 Herz. DNA iyileştirir ve şifa verir. Sevgi ve Kalbin frekansıdır. (6)
639 Herz. İlişkilerinizi şifalandırır. (9)
741 Herz. Sezgisel gücünüzü açar. (3)
852 Herz. Ruh ailenizi size getirir. (6)
963 Herz. Rabb’iniz ve Allah’ın Nuru ile iletişim kurmanızı sağlar. (9)
Dikkatinizi çektiyse, tüm İlahi frekans değerleri 3, 6, ya da 9’a bağlanıyor. Bu rakamsal değerlerde kaldıkça, DNA’nız, torus alanınız, sağlığınız, evrenle ve İlahi Güçle bağ kuruyor ve uyumlu hale geliyor.
Eskiden müzik, önemli bir şifa aracı olarak kullanılırdı. Buna Hans Jenny’nin ispatı olan Cymatics bilimini de ekleyelim. Su ve kristaller, belli frekans bandında hep aynı kutsal geometrik şekilleri alıyorlar. Hepsi de tam simetrik. Ve bizim vücudumuzdaki tüm hücreler, DNA moleküllerimiz de dahil olmak üzere, simetrik ve uyumlu oldukça şifalanıp iyileşiyoruz.
Bunu suya dua, pozitif sözler, duygular ve düşünceler göndererek moleküllerinin güzelleşip değişmesini gözlemleyen ve bulan Dr. Masaro Emoto’yu da ekleyin. Onun bilgileri de, bedenimizdeki suyun ve hücrelerin sadece frekans ile iyileşebilecek kapasiteye sahip olduğunu kanıtlıyor.
Bu bilgiler, sizi tıptan asla uzaklaştırmasın. Elbette bu bilimsel bulgular, her zaman destekleyici ve yardımcı olacaktır ancak gerektiğinde doktor yardımımızı muhakkak alacağız.
KAN, DNA VE MÜZİK… 440 HERZ’İN DOĞUŞU
Vücudumuzdaki kan, kutsaldır. Genetik özelliklerimizden çok daha fazlasını taşır. Boyutlar arası bir sıvıdır. İçinde bulunan demir miktarı ne kadarsa, o kadar çekim yasasını çalıştırabiliriz. O kadar dünyaya demirlenebiliriz. Çünkü dünyanın merkezi de demir kristalinden oluşmuş bir küredir.
Kan, aynı zamanda 3. Boyuttan yükselip çıkabilmemiz için biriktirdiğimiz tüm bilgiyi, duygusal dönüşümleri, karmik bilgileri, inanç kalıplarımızı, elde ettiğimiz ilahi ışığı, aynı zamanda karanlık yönlerimizi, hastalıkların belirtilerini, virüs bakteri ve bilimum vücudumuza yararlı ya da zararlı maddeleri taşır. Kan, kimseye vermememiz gereken, aslında kolayca büyüsel olarak bizim etki alabileceğimiz bir sıvıdır.
Kan ve DNA’nın bir holografik alanı vardır ve ancak 3. gözümüz açıldığında görebiliriz. Holografik alanda kan ve DNA ile ilgili geometrik şekiller apaçık 3 boyutlu gözlemlenebiliyor. Ama elbette bu teknikle şifalanmak isteyen birisinin, o ruhsal mertebeye ulaşmış olması gerekiyor.
Kan aynı zamanda hemoglobin taşır. Heme metal demektir. Yani aslında bizim için oksijen ve demir taşıyan kutsal geometrik şekildir hemoglobin. Kan, saç, tırnak gibi vücut parçalarımız, tuvalete atılmaz. Mümkün ise izin alarak temiz bir toprak parçasına gömülmesi daha uygundur. Düşük frekansa maruz kalmaması gerekir.
Ancak, bizler eskiden müzik enstrümanlarımızı Allah’ın yaratımına uygun frekans bandında ayarlıyorduk. Yaklaşık 1918 yılında başlayan ve 1930’larda artık kesinleşen bir çalışma yapıldı. Bu çalışmanın, Vatikan ve Rotschield Ailesi’nin de üye olduğu bir grubun başlattığı biliniyor.
Bu çalışmalara göre, Rotschield ailesi önce sanata müthiş yatırım ve yardım yapmaya başlıyor. Daha sonra ise, tüm müzik aletleri, yapılan besteler ve bunu yayınlayan radyo ve televizyon bandının, 440 Herz’e programlanmasını istiyor.
Önce müzisyenler buna çok fazla karşı çıkıyorlar. Ancak o dönemde Joseph Goebbels adlı bir kişiyi görevlendirerek geniş çaplı bir propaganda düzenliyorlar. Ve sonunda bu dönüşüm yasallaşıyor.
Ancak çok önemli bir sorun doğuyor.
440 herz, bizi Allah’ın İlahi Sistemi ve evrensel dilden çok uzaklaştırıyor. Hatta tam ters uca savuruyor. 440 herz’e ayarlanmış her müzik yayını, bedenimizdeki boğaz çakradan başlayarak ayak tabanlarımıza dek tüm enerji noktalarımızı kapatıyor. Bunlardan en önemlisi, tahmin edeceğiniz gibi kalp merkezimiz.
Kalbimiz sadece 528 Herz üretir. Onun merkezinden yayılan sevgi enerjisi, sarımsı yeşildir. Gök kuşağının tam orta noktasını temsil eder. Ve nota olarak mi sesine tekabül eder.
Son dönemde neden insanlığın vicdanı düştü diye merak ediyor musunuz? Neden herkes para, güç gibi putlara tapar oldu? Neden kendi içsel gücümüzü bulamaz olduk? Neden savaşlar yeniden artmaya başladı ama asıl medeniyetin gelmesi gereken zamanda, acımasızlık ve vahşet git gide artıyor? Neden insanlar ısrarla uyanmak, gerçekleri görmek istemiyorlar?
Eğer müzik enstrümanlarını 440 Herz’e ayarlarsanız, solfej size Fa diyez olan 741 Herz’l,ik frekans verir. Bu da, 440’ın üzerinde düşünülerek, mühendislik hesaplamalarıyla ayarlandığını kanıtlıyor. Bu iki frekansın ne işe yaradığı ile ilgili tüm araştırmalar Amerikan Ordusunun ilgili birimleri tarafından araştırılarak bulunmuştur. 1930’lu yıllarda bu araştırmaların sonucu şunları göstermiştir;
440 herze uyumlanmadan önce, Frank Sinatra bize ipeksi sesiyle şarkılar söylüyor ve kadınlar zerafetle ona hayran oluyorlardı. Müzisyenler harika klasik müzik kompoze ediyor, barok gibi gelişkin müzik yapılabiliyordu. 440 herz ile birlikte Elvis Presley tarzı doğdu. Daha isyankar, daha cüretkar kadınlar ve erkekler, zaman ilerledikçe rap, rock, hard rock ve benzeri müziklere kaymaya başladılar.
Dr. Leonard G. Horowitz’e göre, 440 herz insanların %6’sını rahatlıkla ve hemen etkileyebiliyor. Aslında herkes etkileniyor ancak bu yüzde grubu, hayatında zihinsel ve psikolojik rahatsızlıklar arttığı için krizler yaşamaya başlıyor. Mantıklı kararlar verememeye başlıyor. Freud’un fark ettiği karanlık ve önlenemez, vahşi dürtüleri tetiklenmeye başlıyor.
Daha sonra %6, toplu bilinç ve tüm medya araçları sayesinde, diğerlerini de hızla etkiliyor. Tıpkı bir virüsün yayılması gibi…
Dr. Horowitz, şuna dikkat çekiyor. Araba kullanırken radyo dinler misiniz? Tam da en sevdiğiniz şarkı çalarken, kapatmak istemezsiniz, öyle değil mi? Baz istasyonundan uzaklaştıkça, havadan yayılan radyo frekans dalgaları statikleşmeye başlar. 440 Herz durağan ve değişmez hal alır. Ve siz fark etmeden kendinizi huzursuz ya da rahatsız hissetmeye başlarsınız. Ama eğer o müziği dinlemekten vaz geçmezseniz, o gece ya da ertesi gün baş ağrısı, mide bulantısı ya da aşırı yorgunluk hissetme ihtimaliniz çok yüksektir.
528, çok sihirli bir rakamdır. Adeta evrenin oluşumunda Yüce Allah’ın belirlediği matematiksel formülün bir parçası gibidir. Örneğin, 1 mil, 5280 feete denk gelir. Güneşimizin çapı, dünyamızın ayla ve güneşle olan mesafeleri, hep kutsal matrikste yer alan rakamlar çerçevesinde yaratılmış ve yerleştirilmiştir. Dönüp dolaşıp aynı sihirli sayıları buluyoruz. Elle hesaplanmış gibi, örneğin güneş ve ay tutulmalarında, nasıl olup da dünyadan çıplak gözle güneş ve ayın aynı büyüklüğe denk gelebildiğini düşündünüz mü?
Bu konudaki geniş çaplı araştırma ve rakamları, büyük matematik, geometri ve müzik üstadı Robert Edward Grant’in yayınlarından bulabilirsiniz.
Kısacası, pek çok bilim insanı da hemfikir ki, Yüce Yaratıcımız bizi tüm Evrenin matriksine uyumlu yaratmış. Ancak biz o uyumdan git gide uzaklaştırılıyoruz.
Konumuz, bizi kimlerin hangi karanlık isteklerle, nasıl da kandırıp kontrol etmek istediği ile ilgilenmek değil. Sadece hazır ve uyanık olanlarımız, buradan savaşmadan, korkmadan, sevgi ile yürüyüp çıkalım ve ruhlarımızı özgürleştirelim. Ancak bu şekilde var olan cehennemin içinde kendi cennetimizi yaratabiliriz.
Evet, Gary Brecka’ya göre kadınların kendini iyileştirme, hücrelerine komut verme, ve çekim yasasını oluşturma anlamında çok daha büyük bir kapasiteye sahip. Ancak bizim konumuz büyük hastalıkların kendi başımıza iyileştirilmesi ya da tıbbı bir kenara itmek değil. Muhakkak hastalandığımızda doktora başvurmayı unutmuyoruz.
Ancak, beyin ve frekans yönlendirme kapasitemizin farkına varırsak, hayatımızı çok daha güzel yaşayabilme şansımız doğuyor.
Yıllar önce yazmış olduğum “Aslında Giden Erkek Yoktur” adlı kitabımda da bahsetmiştim. Bir ülkenin kadınlarının duygusal durumu, kendilerini endişesiz, mutlu, huzurlu ve doygun hissetmeleri, o ülkenin bereketini, hava durumunu, geleceğini ve hatta erkeklerini bile etkiler. Erkek, kadına zulmediyorsa, kadının frekans ve beyin gücü ile kendi kendisini vurmuş oluyor. Elbette bu bilgi, kadının üstünlüğü anlamına gelmiyor.
Ancak kadın ile erkeğin, yin/yang, Dişi/Eril, Rahim/Rahman olarak farklı alandaki güçlerini birleştirerek el ele tutuşmaları gerekir. Çoğu evli çifti gözlemleyin. Çok para demek istemiyorum ancak bereketi yüksek olan çiftlerde, karı koca aynı hedefe doğru ilerliyordur. Sevgi, saygı, huzur ve güven ortamı kurmuşlardır. Aynı gemiyi yüzdürdüklerinin farkında olup aynı yöne kürek sallıyorlardır. Diğerleri, bu uyum bittiğinde kaybetmeye mahkum olacaklardır.
1986 yılında, Japon Genetik Uzmanı Susumu Ohno, DNA’mızın müziğe dönüştürülebildiğini keşfetti. Farkında mısınız? Her birimizin, kendine özel bir melodisi var bu evrende.
Ohno, DNA’da bulunan amino asitlerin kod harfleri olan G (guanine), T (timine), C (cytosine), ve A (adenine) yi, sırasıyla La, Do, Sol ve Re notaları ile frekans olarak eşleştirebildiğini fark etmiştir. Tıpkı bir müzik enstrümanı gibi, akordu bozulan parçalarımızın müzik ve akort yoluyla düzeltilebileceğini görüyor musunuz? Üstelik, bu yöntem Pisagor zamanında da çok daha eski ve kadim uygarlıklarda, örneğin Mısır’da da uygulanıyordu.
Müziğin, sadece sizi iyileştirmesi değil, bedeninizin şeklini bile değiştirebilecek kapasitesi var. Ancak bu bize şu devirde tamamen kapatılmış durumdadır. En azından en sevdiğimiz pozitif mesajlar içeren şarkıları defalarca dinleyerek duygu ve düşüncelerimizin frekansını yükseltebiliriz. Bu durumda, korku filmi izlemeyi, karamsar şarkılar dinlemeyi, gerginlik yaratan haberleri çok kısa sürelerde izleyerek strese girmeden odağınızı pozitif duygu ve düşüncelere çevirmeniz çok önemlidir.
Bilim bize artık, gerekli ön çalışmaları yapabilirsek, göz rengimizi değiştirmekten, saçlarımızın beyazını iptal etmekten, cildimizi ve vücudumuzu gençleştirmekten tutun da sıfırdan sağlıklı bir organ geliştirmeye kadar bedenimize hakim olabileceğimizi kanıtlıyor. Haydi gelin, biraz da DNA kodlamaları ile bilim neler yapmayı başarmış, bunları inceleyelim.
Bu bilgiler, sizi yavaş yavaş, kendi DNA’nız üzerinde çalışmayı, onu arzunuza göre kodlamayı öğrenmeye hazırlıyor.