Sevgili Dostlar,
Tanrıça Kadınlar aslında bir inisiyasyon okuludur. Kısacası, ruhun evrimi, Allah’a varmak için yolculuğudur. Bu yolculuğa çıkmadan önce, insan kendi hayatındaki eksikliklerin tamamlanmasını arzu eder. Aksi halde henüz bu dünyada yaşarken, etten kemikten bir bedene sahipken, temel ihtiyaçlarımızın karşılanmadığı bir hayatta Allah’a varmayı kabullenemez. Çünkü içten içe Yüce Yaratıcı’ya bir öfke taşır.
Kimi insan bunun farkındadır, kimileri ise Yaratıcı ile olan kavgasını kendinden bile saklayarak üstünü örter. Ancak, üstünü örtmek, yüzleşmemek, aslında hayatımızdaki davranış modellerimize, bilinçaltımızdaki acı verici, kısıtlayıcı inançlarımıza sebep olur. Bu inançlar ve duygular, çekim yasası yoluyla bize acı verici olaylar zincirini getirir. Bu aslında Allah’ın tasarımıdır. Hayatın işleyiş biçimidir. Kutsal kitaplarda anlatılandan farklı değildir. Allah bizi kendi yolunda yürümeye, ruhen evrilmeye teşvik etmek ister. İşte çekim yasası yoluyla, hayatımızdaki olayların acı verici mi yoksa mutluluk verici mi olduğuna baktırır. Sonra bu akışı değiştirebileceğimizi anlatır. Hayat istediğimiz gibi değilse, bunu değiştirmeye çalışmalıyız.
Tevekkül, hayatta her şeyin kötü gitmesi, fakirlik, kısıtlılık, şanssızlık, yalnızlık gibi durumların ömür boyu sürmesi için sabretmek demek DEĞİLDİR. Bu konu, insan ruhunu tembelliğe alıştırır. Oysa ki biz yaşarken, sınavlarımızı vermek istiyoruz. Bu yüzden, kolları sıvayarak bu durumdan çıkış kapısını bulmak gerekiyor. İşte bu yüzden insanın bir disiplinle hareket etmeye ihtiyacı oluyor. Konu hakkında Yüce Yaratıcı’nın bizimle konuşma biçimleri ve bir dili vardır. Allah’ın dili, frekanstır. Titreşimdir. Fizik, matematik, kimya, simya, geometri, ses, koku, renk, felsefe, ve tekrar eden döngüler, bize Yaratıcı adına konuşur. Bu yüzden bilimden uzak kalmamalıyız.
Eğer bilimsel olarak bu işe eğilemiyorsak, cinsel enerjimiz olan kundalini, rüyalar, dualar, hayat sahnemizde gelişen olayları izleyerek, onların verdiği mesajları okumayı öğrenmeliyiz. Çünkü dua ettiğimizde de kenara çekilip beklemek yerine, duamızın gerçeğe dönüşmesi için hangi frekansın değişmesi gerektiğini bize rüya, olaylar ya da kundalini yoluyla söylerler. İşte o mesajları alıp değişimi yapmak zorundayız. Aksi halde duamızın karşılığını alamayabiliriz.
İşte böyle bir durumda, Allah’a kızmak yerine, kendi içimize dönerek, neyi göremiyorum diye bakmamız, içsel çalışma yapmamız gerekmektedir. İşte Tanrıça Kadınlar Okulu, bu yolculuğu ve Yaratıcı’nın dilini deşifre etmek, öğrenmek ve O’nu bizden istediği değişimleri gerçekleştirmek için bir yöntemdir.
Tanrıça kadın olabilmek demek, insanların ama özellikle de kadınların rahim gücünü tam olarak keşfederek, doğaüstü güçlerini elde etmeleri demektir. Bunun için yapılması gereken en önemli şey, ruhsal bir arınma ve tekamül yolculuğudur. Tekamül, doğarken getirdiğimiz karmaları temizleyerek, yeryüzünde yaşarken kendi cennetimizi oluşturmamızı sağlar.
Fakat biz kadınların ilk hedefi doğaüstü güçler ve ruhun arınması değil, gündelik hayattaki temel eksiklerimizin giderilmesidir. Bu yüzden ilk dönemde sadece eksiklerimizin neden kaynaklandığını, hangi aksiyonları alır, hangi duyguları dönüştürürsek gerçek değişimi sağlayacağımızı bulmak ve UYGULAMAK amacıyla kundalini ile çalışmayı ve metot tutmayı öğreniyoruz.
Artık bu yöntemi öğrendiğimizde, hemen 6 aylık süreçte isteklerimiz mükemmelce karşılanmayabilir, ancak hareket başlayacaktır. Eksiklerimizi görerek arka planda okul süresi boyunca çalışmaya devam edilir. Böylece ikinci döneme hazır hale gelinir.
İnsan egosu, her zaman kendisini diğer insanlarla kıyaslamaya hazırdır. Başkalarının durumuna bakarak, neden kendisinde eksiklikler, sıkıntılar olduğunu anlayamaz. Artık psikoloji bilimi de sosyal medya ya da kitaplar aracılığıyla bizlere çeşitli bilgiler ve ipuçları sunuyor. Buralara bakarak, örneğin parasızlık çeken, sağlık problemleri yaşayan, ya da yanlış ilişkiler yaşayan kişiler, çocukluk anılarına dönerek, aileden getirdikleri travmaların, ya da ebeveyn modelinin tekrar ettiğini gözlemlediler.
Bu sefer, aileden gelen travmalarımızın neler olduğunu bulmak ve farkındalık yaratmak gerektiği için, çalışmalar yapılmaya başlandı. Ancak, bir insanın tekrar eden kısır döngüsünün, nereden kaynaklandığını bulmak, o döngüden çıkmak için yeterli değildir.
Ne yazık ki, sadece travmayla çalışmak, hayatın yönetimi ve tekrar eden sorunların içinden özgürleşmek için başka bilgilere ve bakış açısına ihtiyaç vardır. Bunlardan en önemlisi, frekans bilimi ve Yaratıcı’nın hayat sistemini nasıl kurduğunu anlayarak, oyunu kuralına göre oynamaktan geçer.
Örneğin, KARMA dediğimiz ve doğuştan getirmiş olduğumuz bir kader planı vardır. Bu kader planı, başlangıç aşamasında, hangi olumsuz inançları, yargıları, şüpheleri, duyguları bu hayatta temizlemeyi amaçladığımız ile şekillenir. O duygular, bizim geçmiş yaşam da dediğimiz, ancak başka bir bakış açısına göre, ruhun kırık bir ayna gibi bölünmüş bilinçleri için aynı anda açılmış pek çok hayat ve beden olarak da görebileceğimiz yaşamlardan gelir. Hangi duygular şu zamandaki kimliğiniz tarafından temizlenecekse, onlar DNA’nıza yüklenir. Bu yüzden de DNA değişimi, programlanması karmak temizlikten sonra yapılmalıdır.
İşte karma, sizin sevgiye dönüştürmek amacıyla DNA’nıza yükleyerek getirdiğiniz duygu, düşünce, inanç ve yargıların taamıdır. Bunları sizin için yeniden tetiklenerek dikkatinizi soruna çekmesini sağlayacak en uygun genetik ve davranış modeline sahip aile seçilir. Ve siz o aileye doğarsınız. Bu yüzden de başkalarının ne kadar şanslı olduğuna odaklanmak yerine, ben bu aileye neden doğdum diye düşünmek, hangi karmaları temizleyerek buradan özgürleşebilirim diye çalışmak daha sağlıklıdır.
İstisnasız herkesin uğraşarak temizlemek zorunda olduğu karanlık duyguları, inançları, yargıları ve problemleri vardır. Siz kendi derdinize odaklısınız. Örneğin kronik olarak yalnızlık çekiyorsanız, başkalarının ne kadar güzel evlilikler yapabildiğine takılmayın. Onların her şeyleri güzel gitmiyordur emin olabilirsiniz. Sadece kimse kendi derdini ortaya dökmez. Ya da şikayet ettiği şeyler size saçma gelebilir. Ancak yaşayan kişi onun ne kadar üzücü olduğunu hissedebilir. Bu yüzden, kendinizi kimseyle kıyaslamamalısınız.
Bilin ki şu dünyada her insanın bir derdi vardır. Ve onunla ilgili çalışmak zorundadır. Yoksa burada insan bedeninde işimiz olmaz. Kendimizi kıyaslayarak, başkalarını şanslı bularak ya da kıskançlığa kapılarak, bu derslerden kurtulamayız. Ancak hızlıca karmamızı tespit ederek onu temizlemek, eninde sonunda ruhumuzu özgürleştirir ve yaşarken cennetimizi oluşturabiliriz.
Bunun için anne ve çocuk ilişkisine bakmak gerekir. Elbette çocukluk travmalarımızın pek çoğu hem anneden hem de babadan gelebilir, ancak DNA yolu ile üstlendiklerimiz genelde anneden şekillenir. Gelin önce bu bilimsel gerçeği inceleyelim.
Her anne adayı, hamilelik sırasında fetüsün hücreleri ile korunur. Bebeğin gelecekteki bedenini oluşturacak genler, elbette hem babadan hem de anneden gelmektedir. Ancak burada önemli bir fark oluşur. Babayı erkek yapan Y kromozomunun ağırlığı çok küçüktür. Yani erkekte de X kromozomu daha aktif ve daha fazla ağırlığı olan özellikleri getirir. Bu yüzden, babadan alınan özellikler de babaanneden gelmektedir. Dedeninkiler de ailenin kadın atalarından daha ağırlıklı iletilmektedir.
Fakat bundan çok daha önemli bir etki alanı vardır. Anne hamile iken fetüsten kök hücreler alır. Bunun sebebi, fetüsün sağlıklı şekilde hayata getirilebilmesi için annenin hayati organlarının korunmasıdır. Yaratıcı, bebeğin geleceğini ve sağlığını garantiye almak ister. Bu yüzden de fetüs hücreleri, kök hücredir ve annenin beyin, akciğer, karaciğer böbrek gibi organlarını sürekli tarar.
Doğumdan sonra ise, bu hücreler ölmez. İşte işin sihirli tarafı buradadır. Doğum gerçekleştikten sonra, annenin her duygusu, her travması, her gelişimi, her yargısı ne yazık ki, önce fetüse ait ama kendi bedenindeki hücrelerin DNA kodlarını programlar. Elbette, çocuğun tüm bedenindeki DNA da aynı anda, hiçbir zaman ya da mekan farkı gözetmeksizin, aynı şekilde programlanır.
Anne ölene dek, annenin tüm içsel şartları, duygu ve inanç durumu, çocuğa geçer. DNA yoluyla programlama, anne ölene dek devam eder.
İşte bu yüzden, Tanrıça Kadınlar Okulu’nda, aile karmasını temelde tespit edebilmek için sadece rahim ipleri ile hareket ederiz. Babadan gelenleri anlayabilmek için babaanneye, ya da diğer kadın atalara bakarız. Ayrıca anneden gelenleri de anneanne ve onun kadın atalarına yönelerek buluruz. Sadece aile travmaları değil, onların hayatımızdaki pek çok kavrama olan bakış açılarını da tespit ederiz. Örneğin, bereket, kadınlık, haz, cinsellik, erkekler, annelik, başarı, yakınlık, evlilik gibi kavramların tamamı, ailenin kadınlarından ya da rahim ipleri diye tabir ettiğimiz onlardan bize aktarılmış bilgiler doğrultusunda içimize yerleşir.
Biz bu tespitleri yaptıktan sonra, neyin neden yaşandığını anlarız. Ancak, işimiz henüz bitmez. Çünkü sadece aileden neler yüklendiğimizi anlamak, bizi yarı yolda kurban hissinde bırakacaktır.
Aile karmasından çıkmak için bazı bakış açılarına sahip 0olmak ve adımlar atmak gerekir.
İçine doğmuş olduğun karmadan özgürleşmek demek, taşıdığın karanlık duyguları, inançları, yargıları ve hatalı davranış modellerini sonsuza dek değiştirmek demektir. Affedebilmek demektir. Artık annenin ya da atalarının DNA’sından özgür olmak istiyorsan, onları affederek işe başlamalısın.
Affetmek, “Gel de, yeniden anı travmaları bana yaşat” demek değildir. Sadece o kişilere hissettiğin öfkeleri, nefretleri, kini, cezalandırma arzusunu, korkuyu, suçluluğu ya da suçlama ihtiyacını, utançlarını, kendine acıma hislerini bitirmek demektir. Bu duyguları hissetmediğin anda, artık özgürsün demektir. Bunun ne önemi var, affedersem adalet nerede kalır diye sorabilirsin.
Ancak, adalet ilahi adaletten gelmelidir. Bu konuyu da anlatacağım. Ancak, öncelikle karmak temizliğin birkaç adımını sizlerle paylaşayım.
İşte aile karmasından çıkış, bu uzun adımlarla gerçekleşir. Yoksa onların neden kaynaklandığını görüp haydi artık biliyorsun bu kendi kendine iyileşir demek, ruhu yarım bırakır. Döngüler bitmez. Ne yazık ki bizler de büyüyemeyiz. Hala çocuk kalırız. Ailemizi suçlamak, gereksiz bir durumdur. Hayatımızı güzelleştirmez.
Bir karmadan çıkmak, tekrar eden döngülerden özgürleşmek istiyorsak, olanı affetmek, bize yapılan kötülükleri hatta kendimizi affetmek gereklidir. Ancak af, çok zor bir meseledir. Düşüncelerinizle karar vererek affedemezsiniz. “Ben onları çoktan affettim” diyerek affetmiş olamazsınız.
Öncelikle bilelim ki, affetmek bir oluş halidir. Sizin kararınızla bir anda oluşamaz. Karar vermek sadece size bu kapıyı aralar ve yolculuk yeni başlamış olur. Affetmek bir mertebedir. Uzun bir yolculuğun sonunda gelinecek noktadır.
Fakat affetmek, çok büyük bir hafiflik ve rahatlıktır. Çünkü asıl amacı, öfkeli olduğunuz kişilere hala aynı karanlık ve acı verici duyguları, hayata ve diğer insanlara dair önyargı ve şüpheleri taşımaktan kurtulmaktır. Neye inanır, neyi hissederseniz, onu yaşarsınız. Bu yüzden içinden çıkması zor bir döngü oluşmuştur. Bu döngüden çıkabilmek için affetmek bir dizi işlem gerektirir.
Affetmek, bizim için şu adımları atmak demektir: